Sayfalar

_____________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________________

Çarşamba, Nisan 23, 2014

Emil Michel Cioran | Ölüm Üzerine Çeşitlemeler

Vasily Polenov | Killed Soldier. Near the Village of Mechka. | 1883
I - Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir; bütün sebepler onun tarafında bulunur, içgüdülerimize esrarengiz gelir; düşünüşümüzün önünde, berrak ve itibarsız bir halde, bilinmeyenin sahte cazibesi olmaksızın belirir.

Hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: Büyük Meçhul odur.

Bunca boşluk ve anlaşılmazlık nereye varabilir? Günlere tutunuruz, çünkü ölme arzusu fazla mantıksaldır, bundan dolayı da işe yaramazdır. Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi; içgüdüler ve önyargılar Tutarlılık'la temasa geçtiklerinde ortadan kalkarlar. Soluk alan her şey teyit edilemeyenle beslenir; birazcık mantık ilavesi bile, varoluş Sağduyusuzluk çabası için uğursuz olurdu. Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar; bir nebze sarahat bile onu mezarlar kadar bayağılaştırabilirdi. Zira hayatın anlamını konu alan bir müspet bilim yeryüzünü bir günde ıssız bırakırdı; Arzu'nun verimli gayri muhtemelliğini de hiçbir çılgın yeniden canlandıramazdı.

II - İnsanlar, en nazlı ölçütlere göre sınıflandırılabilir: mizaçlarına göre; eğilimleri, düşleri ya da salgı bezlerine göre... Kravat değiştirir gibi fikir değiştirilir; zira her fikir, her ölçüt, dışarıdan, zamanın biçimlenişlerinden ve tesadüflerinden gelir. Fakat kendimizden gelen, kendimiz olan bir şey vardır; görünmez, ama içsel olarak teyit edilebilir bir gerçeklik; her an kavranabilen ve hiçbir zaman kabullenmeye cesaret edilmeyen ve ancak tüketilmeden önce gündeme gelen uygunsuz ve ezeli bir mevcudiyet: Ölümdür bu, hakiki ölçüt odur... Bütün canlıların en mahrem boyutu olan ölüm, birbirine indirgenemeyen iki düzene ayırır insanlığı... Bu iki düzen arasındaki mesafe, bir akbabayla bir köstebek, bir yıldızla bir tükürük arasındakinden de fazladır... Ölüm duygusu olan insanla bu duyguya hiç sahip olmayan arasında, iletişimi mümkün olmayan iki dünyanın uçurumu açılır; bununla birlikte ikisi de ölür; fakat biri ölümünden habersizdir, ötekiyse bunu bilir; biri sadece bir anda ölür, ötekiyse sürekli ölmektedir... Ortak koşullan ikisini de birbirine karşıt uçlara yerleştirir; iki aşırı uca ve aynı tanımın içine; uzlaşmazlıklarıyla aynı kadere maruz kalırlar... Biri sanki ebediymiş gibi yaşar; öteki devamlı olarak ebediyetini düşünür ve bunu her düşüncesinde inkar eder.

Hiçbir şey hayatımızı değiştiremez, hayatı iptal eden kuvvetlerin içimize aşama aşama sızması dışında hiçbir şey. Ne büyümemizdeki sürprizler, ne de yeteneklerimizin serpilmesi hayata yeni bir ilke katar; hayatın nezdinde ancak tabiidir onlar. Tabii olan hiçbir şey de bizi kendimizden başka bir şey haline getiremez.

Ölümün önbelirtisi olan her şey, hayata bir yenilik meziyeti katar, onu dönüştürür ve büyütür. Sağlık, hayatı olduğu halde, kısır bir kimlik içinde muhafaza eder; oysa hastalık bir faaliyettir; insanın sergileyebileceği en yoğun faaliyet, kendini kaybetmiş ve... duraklamak bir harekettir; hareket göstermeksizin bol bol enerji sarfetmektir, tamiri imkansız bir gök parıltısını düşmanlıkla ve tutkuyla beklemektir.

III - Ölüm saplantısına karşı, aklın gerekçeleri gibi ümidin kaçamaklarının da işe yaramaz olduğu ortaya çıkar: Anlamsızlıkları, ölme iştahını azdırmaktan başka şeye yaramaz. Bu iştahın üstesinden gelmek için bir tek "yöntem" vardır: Bunu sonuna kadar yaşamak; tüm hazlarına, tüm boğucu sıkıntılarına maruz kalmak; bundan kaçmak için hiçbir şey yapmamak. Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla kendini ortadan kaldırır. Ölümün sonsuzluğu üzerinde dura dura düşünce bunu yıpratmayı başarır, bizi bundan tiksindirir; bu negatif fazlalığın elinden hiçbir şey kurtulmaz; ölümün itibarını tehlikeye düşürüp azaltmadan önce, bize hayatın boşunalığını gösterir.

Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sönüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecektir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna direnmiş olacaktır; oysa bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi kokuşmuşluğu üzerine düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi, ölümün geçmişi'ne doğru bakacaktır - kendisi de artık yaşayamayan bir dirilmiş'ten başka bir şey olmayacaktır. "Yöntem"i onu hem hayattan hem ölümden kurtarmış olacaktır.

Her esaslı tecrübe uğursuzdur: Varoluşun katmanlarında bir kalınlık noksanlığı vardır; bunları kazan yürek ve varlık arkeoloğu, arayışlarının sonunda boş derinliklerle karşılaşır. Görünümlerin zırhını boş yere özlemle arayacaktır.

Sözüm ona en yüksek sırların ifşaatı olan Antik Esrar'dan bize bilgi konusunda hiçbir şey intikal etmemiştir. Herhalde müptedilerin hiçbir şey aktarmama zorunlulukları vardı; fakat yine de aralarından tek bir gevezenin çıkmamış olması akıl alır gibi değildir; bir sırda böylesine inat etmekten daha ters bir şey var mıdır insanın tabiatına? Aslında hiçbir sırrın olmamış olmasındandır bu; olup biten ayinler ve ürpertilerdir. Perdeler kaldırıldığında, ortaya sonsuz uçurumlardan başka ne çıkabilirdi? Sadece hiçliğin sırlarına giriş yapılabilir ve canlı olmanın gülünçlüğünün.

...Yanılgıdan kurtulmuş yüreklerin katılacağı bir Eleusis töreni* düşünüyorum, tanrıların ve yanılsama ateşliliğinin olmadığı açık bir Esrar...

____________________
* Dinî sırları açıklamak için yapılan törenler. (ç.n.)


Emil Michel Cioran | Çürümenin Kitabı | Çeviri: Haldun Bayrı | Metis Yayınları | 166 s.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder